25 Eyl 2009

ilk resim


Tekrar Merhaba,
Bir günde iki yazı yazmamın ne anlama geldiğini anlamışsındır eminim.. Çok şey biriktirmişim içimde.. Anlatmak istediğim o kadar çok olay, durum var ki.. Sana sadece bugünümü anlatmayacağım.. Satırlarıma dünüm hatta geleceğim de sığacak.. Geleceğe dair hayallerim, umutlarım.. Geçmişe ait sevinçlerim, kederlerim.. O kadar güzel bir duygu ki sana içimi dökmek... Ve şimdi seninle oğluma ait ilk otobüs resmini paylaşacağım.. Çok seviyor oğlum otobüsleri. Bu da onun ocak 2009'da yaptığı ilk otobüs resmi :) Tekerlekleri harika çizmiş... Dikdörtgen şeklinde çizmeyi de başarmış :) Şimdilerdeyse insan portresine geçti artık. Kafadan bacaklı ve kollu anne-baba... :)

yeni bişeyler...


Merhaba,
Ne tuhaf bir şey ama bugün yazacaklarımı taa dünden planlamıştım desem yalan olmaz.. Aslında dün yazacaktım ama utandım biraz aynı günde bu kadar yazmaya.. O zaman dedim ki "yarın yazayım en iyisi"..
Bugün yazacaklarım yine Yunanistan'la ilgili ve Neko'yla olan Atina maceramızla.. Atina'ya Neko ve bir arkadaş ve tabi bir de ben üçümüz iş sebebiyle gitmiştik. Gittiğimizde ben henüz 4 aylık hamileydim. Ve aylardan da mayıs ayı. Hava güzeldi gayet.. Ama en güzeli Neko'yla böyle bir anımızı yürek hafızama işlemiş olmak..
Atina'da elbette ki gezilecek görülecek çok yer var. Biz kısıtlı zamanımızdan ve bazı aksiliklerden dolayı sadece birkaçını görebildik. Akropolis de bunlardan biri. Bir dağın tepesindeki bu yapıyı görebilmeyi hepimiz çok istiyorduk. Sofi'nin Dünyası'nda buradan bahsedildiği için ayrıca istiyordum. Ancak hamile oluşum ve bir de laptop ve çanta taşıyor olmamdan dolayı ne olur ne olmaz diye korktum. Beni Neko ikna etti. Çünkü sen gelmezsen biz de çıkmayız dedi. Onları böyle bir anıdan yoksun etme hakkına sahip olmadığımı düşünerek "tamam" dedim. İyi ki o zaman arkadaşlarıma katılmışım. Çok hoş bir deneyimdi.
Yandaki fotoğraf da işte Akropolis'te bir müzede çekildi. Sevgili Nekocum çekti. Bir sınıf dolusu çocuk öğretmenleriyle birlikte müze ziyaretindeydiler.. Her çocuğun elinde eskiz defteri ve bir kalem, orada gördükleri objeleri, hatta öğretmenlerinden dinledikleri mitleri kendi hayal güçleriyle resmediyorlardı.. Hayran kaldım. Çünkü Yapılandırmacı Yaklaşım dediğimiz bir eğitim sistemi yeni uygulanmaya başlanmıştı ülkemizde. Ve Avrupa'daki pek çok böyle sistemi de biliyordum.. Uygulanışını görmek, birgün benim ülkemde de böyle manzaralarla karşılaşacağımı düşündürdü, heyecanlandım.. Yıl şuan 2009. Üç yıl geçti bizim yolculuğumzdan, bu sistemin uygulanmaya başlamasından ise dört yıl.. Hala her müze ziyaretimde öğretmenleriyle gelmiş, ellerinde kalemleri ve defterleri olan, çizen, yazan çocuklar görebilmek umuduyla bakınıyorum.. Sanki olacak yavaş yavaş.. Çok ama çok umut ediyorum...

24 Eyl 2009

saygı ve özlem


Tekrar Merhaba,
Aynı günde, hatta aynı saat diliminde iki kere yazmamın temel sebebi seninle bir fotoğrafı paylaşmak ve onunla ilgili bazı ayrıntıları sunmak.. Bu fotoğraf Yunanistan'ın başkentinde çekildi, bir arkadaşım tarafından.. Ve elbette ki bir hikayesi var. Atina'da şöyle bir gelenek varmış, eğer bir kişi trafik kazasında kaybedilirse, onun anısını yaşatmak için, trafik kazasının olduğu yere fotoğraftaki gibi mum yakılacak mekanlar yapıyorlarmış. Hem kaybettiklerine özlemlerini hem onlara olan saygılarını dile getiriyor hem de ruhlarını ebediyen şad etmeyi başarıyorlarmış. Bir yol boyunca birkaç yerde bunlardan görünce çok etkilenmiş, bu kazayla sevdiklerini kaybeden insanların diğer insanlara verdikleri gizli mesajı düşünüp hayran kalmıştık..

Dedikodu

Merhaba Günceciğim,
Ben Nil Karaibrahimgil'i çok severim. Neşesi, pozitif enerjisi bana da mutluluk verir. Dün web sitesini ziyaret ettim.. Bir insanın web sitesi, o insanın iç dünyasını anlatırmış, bir kere daha tanık oldum. Ve iç dünyasını bizlere açtığı için ayrıca minnet duydum. Bazı yazılarını okuma imkanı da buldum. Bir kere daha hayran kaldım. "Dedikodu üzerine" isimli yazısında o kadar güzel düşünce üzerinde durmuş ki.. Bu yazının özeti niyetiyle şimdi seninle son paragrafını paylaşmak istiyorum.
"Fakat, o dedikoduyu içimdeki öğütücüye atıp, yerine güzel kelimeler koyunca, kabul ediyorum ki biraz sıkıcı oldum. Bu güzel laflarıma kimse dendenler koymadı. Et istiyorlardı, ot verdim. Dil vejeteryanı oldum, dilim hafifledi".
Aslında bunların üstüne söylenecek çok laf yok sanırım. Sadece birkaç cümle eklenecekse: Öyle hissediyorum ki dil vejeteryanı olmak hem dili hem de ruhu hafifletir....

22 Eyl 2009

Bugün Bayram, Erken Kalkın Çocuklar..


Senin de geçmiş bayramını kutluyorum sevgili günlükcük.. Eğer oğlum olsa sana bu şekilde hitap ederdi. :)
Bayram boyunca ve öncesi üç günde yazamadım sana.. Seni özlemediğimden değil inan.. Ya da yazacak bişeylerin olmamasından da değil.. Sadece yoğun bir süreç olduğu için..
Bu bayramımız hep evde geçti. Çünkü yavrum hastalanmıştı. Sana galiba söylememiştim. 33 aylık bir oğlum var benim.. Dünya tatlısı, dünyanın en tatlısı... Ama işte hasta olunca, zor bir bayram geçirdik. Haliyle çıkamadık bir yere. Bayramda evdeydik. Bir tek Halacığı geldi oğluşumun.. Onun getirdiği kırılmayan oyuncak porselen yemek takımlarıyla yemek yaptı sürekli.. Benim babam oldu, ben de onun bebeği son birkaç aydır herzaman olduğu gibi.. Yaptığı yemeklerden yedirdi bana; mercimek ve terhana çorbası, makarna, köfte, sandviç vs.. Halasının yanımızda olduğu zamanlarda çıktık bir tek dışarıya.. Bizim oralarda gezdik, tavşan kutusunun içinde çakıl çikolatalarından yedi. Bir de Ankamalle gittik. En çok sevdiği gibi alışveriş arabasında gezdirdik, babasıyla trene bindi..
Dışarı çıkamadık dedim ya bayramda, sadece komşuları gezip bayramlaşmak kısmet oldu. Oralarda da en ünlü olmaktan zevk duydu kuzucuğum.. Bir de tabi bize gelen misafirlere şeker tutup kolonya döktü. Ve bu sorumluluktan çok ama çok hoşlandı.
Kreşten ödev vermişler, bayramda seni en çok mutlu eden bir anının resmini çizer misin diye.. Bizimki halasını çizdi. Çünkü halası onun için o kadar değerli ki... ve bir de tabak çanakları:)
Peki ya benim bayramım nasıldı?? Eşimle ve oğlumla birlikte olduğum için gerçekten bir BAYRAMdı. Oğlumla oyunlar oynamamız: ona bayramda babannesi, annenannesi, dedelerinin gönderdiğini söylediğimiz (aslında bizim almış olduğumuz) hafıza kartları ve eşleştirme oyunları, tabak, çanak, ve fincanlarla yemek yeme oyunu, arabacılık (olmazsa olmazımız), tamir setininin çivilerini çakmamız, onları sökmemiz, hatta onları pullu kına mendillerine sarmamız... Ve ailecek günde üç sefer ve her seferinde en az üç kere dinlediğimiz "Bugün Bayram" (Barış Manço) şarkılarımız..
Bu şarkıyı her dinlediğimde kendimi tutamayıp ağladım.. Özlediğimi anladım Barış Abi'yi. Biz onun Adam Olacak Çocuklarıyla büyümüş bir nesiliz.. Özledim.. Gerçekten çok özledim. Ve bir kere daha anladım ki onun kadar çocukları, insanları, bütün varlıkları seven birisi daha gelemez bu dünyaya.. Eşimle karar verdik, bulabildiğimiz kadar "Adam Olacak Çocuk" videosu bulmaya çalışacağız oğlumun da izlemesi için.. Çocukların değerli olduğunu hissettirirdi Barış Abi.. Çocuğumun da bunları hissetmesini istiyorum en azından ekran karşısında... Ruhun şad olsun Barış Abi, mekanın cennet olsun...

Not: Bu arada resmi webden ekleyince eklenen web adresi görüntülenir diye düşünmüştüm. ANcak görüntülenmeyince buraya ben yazayım dedim. Resim http://img177.imageshack.us/img177/4855/kopyasbkyyylt3.jpg adresindne alıntıdır.

16 Eyl 2009

Günün Sözü

Ve bugünkü yazıma i-google'ımda yer alan günün sözüyle başlamak istiyorum.. "İnsanı ayakta tutan iskelet ve kas sistemi değil, prensipleri ve inançlarıdır." Albert Einstein.. Acaba dedim bu sözü okuduğumda sadece insanları mı ayakta tutar prensip ve inançlar.. yoksa toplumların bir arada olabilmesinin de gereği midir? Hiç şüphesiz ki toplumların da birarada kalabilmesi için ortak emelleri olmalı.. Peki bu ortak emeller sadece o toplumun ihtiyaç duyduğu doğrular mı olmalı? Yoksa genel geçer, dünyada yaşayan her toplumun ihtiyacı olan doğrular mı? Eğer dünyada sadece bir toplumun faydası olsa diğer toplumlar bundan olumsuz etkilenmez mi? Ve hatta olumsuz etkilenen toplumlar o toplumu olumsuz etkilemez mi? İşte bu noktada düşünüyorum ki her topluluk için, bireye indirgediğimizde her insan için belirli doğrular vardır.. en azından olmalıdır. Bu doğrular ise İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde yayımlanmıştır. Bu bildirgeye baktığımda herşeyin özünde yatan "insana insan olduğu için saygı"yı gördüm. Özel hayatın "özel" oluşu, ya da herkesin eşit haklara sahip oluşu... Ve bu doğrular her toplumda yerini aldığında, o toplumu oluşturan bireyler mutlu olabilirler.. İçimden bugün bunları yazmak geldi. Aslında bütün bu soruların ve bu cümlelerin temelinde yatan şey sabah yaşadığım basit bir olaydı.. Olayın tümünden bahsetmeye gerek görmüyorum. Ve bu olay öyle dehşet bir şey de değildi. Sadece bir kesimin haklarını arama eylemlerinin bende oluşturduğu temel düşüncelerin, günün sözüyle birleşerek akışıydı. Eylemde bir yanlışlık yoktu, ama bana biraz bencilce geldi sadece... Sadece kendi mutluluk ve refahını düşünmek gibi..

15 Eyl 2009

Katre-i Matem

Yine aynı günden tekrar merhaba sevgili günlük,
Aslında bugün seninle paylaşmak istediğim bir kitap var. Dün bitirdiğim ve ödünç aldığım arkadaşıma bugün teslim etmem gereken bir kitap. Kitabın ismi Katre-i Matem.. Bu kitap şuanda pekçok kitabevinin yeni çıkanlar listesinde yer almış durumda.. Katre-i matem, matem damlası demekmiş. Ve bu ismi kitabın kahramanlarından biri sevdiği ve evlenip evliliklerinin ertesi günü ölü bulduğu kadının avucundaki ikiz lale soğanlarından birisini toprağa ektiğinde verdi. Bu lale soğanından mor renkli lale büyüdü. Aslında kitap bu aşk hikayesinden yola çıkarak Osmanlı İmparatorluğunun bir dönemini anlatıyor. Kitabı okurken Patrona Halil, Damat İbrahim Paşa gibi şahsiyetlerin yanısıra laleyle ilgili pek çok bilgiyle karşılaştım. Kitabın özetini yazmaktansa beni etkileyen bir paragrafı paylaşmayı tercih ediyorum. " Oğul, sen çok zeki bir evlatsın, amma her kimde ki şu özellikler yoktur, aklı tam sayılmaz. Kişi odur ki dünya malından ihtiyacı kadarını alıp fazlasını yoksullara dağıta. Tevazuyu şereften daha fazla seve. İlim istemekten bıkmaya. Başkalarının ihtiyaçlarını gidermeyi küçük görmeye. Başkasındaki iyilikleri büyütüp kendi iyiliğini hiçe saya. Herkesi kendinden üstün göre.."
ve kitaptan bir cümle daha: "Dostlarım! Kişinin değeri, güzelce bildiği şey kadardır, aklınızdan hiç çıkarmayın!"
Kitabı zevkle okudum. Ama bitirdiğimde "yani?" dedim içimden. Bazı şeyler sanki tam açıklanmamıştı.. Yine de sürükleyiciydi diyebilirim..

Merhaba

Merhaba sevgili günlük..
Seni geçen ay oluşturmuş olmama rağmen ancak bugün cesaret ettim paylaşmaya seninle duygularımı, düşüncelerimi, okuduklarımı ve hatta yaşadıklarımı.. Umarım güzel bir serüven olur bizimkisi..
En sevdiğim şeydir bir günlük tutmak.. Yazmayı ilk öğrendiğim zamanlarda başladım yaşadıklarımı not etmeye.. kimi zaman bir tutam kağıda aktardım hissettiklerimi, kimi zaman çocuksu defterlere, kimi zamansa özel defterler yaptım kendime duygularımı yazayım diye.. hatta öyle zamanlarım oldu ki her hissettiğim duyguma ayrı renk bir kalem buldum ve hissettiğim duygunun kalemiyle yazdım. ve hatta zaman zaman geliştirdiğim kendi alfabemi kullandım yaşadıklarımı anlatırken. kimi zamansa ingilizce yetişti imdadıma.. ama şimdi daha farklı bir yol buldum kendime.. buraya yazmak.. klavyenin tuşlarıyla konuşmak, anlatmak..
Ve tekrar merhaba!