14 Oca 2010

anektodlar...

Kuzucuğumun bazı anektodlarını aktarmak istiyorum buraya.. Unutmayayım diye.. Malum söz uçar yazı kalır demiş atalarımız...
Oğlumun en sevdiği oyunlardandır dinazoru ya da köpeği, bazen her ikisi çocuklarımız olur. ben anneleri, o da babaları olur. Babası, annesi deriz hep.. Dün sabah ise tavşanı çocuğumuz oldu. Hazırlanıyoruz çıkmak için. Servisi gelecek, onu bindireceğiz, sonra da biz gideceğiz servisimize binmeye.. Dedim ki "babası, hadi biraz acele edelim. Bak işe geç kalabilirsin". Bunu duyunca, kendi sandalyesine oturttuğu tavşanını aldı kucağını, "bak yavrum. benim şimdi işe gitmem gerek. ama sakın unutma ben seni çok seviyorum. akşama da geleceğim. şimdi annen de işe gidecek, deden de işe gidecek."!!!!!!! dede dediği kişi ise eşim... Onu göstererek böyle diyor.. Daha önce hiç böyle bir konuşma geçmemiş evde.. amaan dedim oğlum büyümüş de akrabalık bağları hakkında yorum da yapabiliyor..
Diğer bir anektod ise bu sabaha ait. Oğlum kemerini almış eline. Kıvırmış ucundan. Başı dışarıda kalmış. Oyuncaklarına gösterip "bak bu 6", sonra ters çevirip "bak şimdi 9 oldu"... Bir de kemeri açıp: "Anne sence bu ne oldu?" diye sordu. Onun ne diyeceğini merak ediyorum bir taraftan yaratıcılığını köreltmek istemiyorum bir taraftan "Aaaa değişik birşey olmuş sanki...." dedim. "Eveet sanki yol olmuş di mi??? Metro ya da tren yolu." !!!!
Harika dedim kendi kendime... Ve çok mutlu oldum.. Sabahları pozitif başlamak güne oğlum sayesinde çok mutlu ediyor beni...

11 Oca 2010

MİMMMMM

Yaa ama ben daha birincisini bitirmemiştim ama çok sevgili arkadaşım NEKO'nun miminin tamamını bugün yapacağım... Bitireceğim ve içim rahat olacak.. Böylece başka konulara zamanı geldikçe bol bol yer vereceğim..

1. Sizi en çok üzecek olay?
Sevdiklerimi kaybetmem!!! Bu sadece ölüm manasında değil... Onların içimi ısıtan sıcaklıklarını kaybettiğimde de çok yaralanırım.. Üzülürüm, hatta yas tutarım arkalarından günlerce, aylarca, eğer sürüyorsa hala yıllarca.. Dayanamam sevdiğim insanları, değer verdiklerimi incitecek ufacık bir davranışta bulunmaya, ya da bana güvenemediklerinden ötürü kalbimi yaralamalarına..

2.Nerde yaşamak isterdiniz?
Evimde, yuvamda.. Yuva dediğim mekan ailemle birlikte olabildiğim yerdir. Ailem neredeyse orası yuvamdır benim. İster Ankara olsun ister Van, ister Tallahasse... Yeter ki ailem yanımda olsun, eşim ve oğlum...
Ama dönemsel olarak vaktimi yine ailemle geçirmek istediğim yerler var.. Mesela kışın devremülkümüzde ki kendisi bir termal tesistir, yazınsa Ege'den ileride edinebileceğimiz bir yazlıkta ve İstanbulda... Akademik çalışmalar için zaman zaman Ankara'ya gelmek de gerekir tabiii... Ve kısa süreli olarak her yıl farklı bir ülkede... Eşimle böyle hayallerimiz var bakalım.. Ama ille de yuvam, ille de yuvam.. Yukarıda saydıklarım olmazsa çok farketmez ama yuvam olmazsa..... yıkılırım heralde..

3. Yaşayabileceğiniz en mutlu an?
Yaşamım zaten mutlu anlarımın toplamı.. Yavrumun kokusunu çektiğimde içime, onun gözlerindeki mutluluk pırıltılarını gördüğümde, eşimle karşılıklı kahvemizi yudumlarken sohbet ettiğimizde, çok sevdiğim "bir" arkadaşımla cappucinolarımız içtiğimzide... o kadar çok ki... Çok şükür..

4. Hangi hataları hoşgörüyle karşılayabilirsiniz?
Pek çok hatayı.. Ama karşı taraf anlayıp özür dilediğinde... Tabi ki affedemediklerim de var... Bu konuda da Nekoya katılıyorum.

5. En sevdiğiniz erkek karakter?
? Şimdi esasında ne diyeceğimi bilemedim.. Ama yukarıda yazdıklarımdan da anlaşıldığı üzere evimi yuva yapan iki erkek benim hayatımdaki en çok sevdiklerim...

6. En sevdiğiniz ressam?
Monetden tutun Arcimboldoya kadar pek çok ressamı severim.. Van Gogh'un tabloları içime huzur verir...

7. En sevdiğiniz müzisyen?
Candan Erçetin , Funda Arar diyebilirim Türkiye'den. Yurtdışından ise Enya, Elvis ilk aklıma gelen isimler...

8. Bir erkekte en sevdiğiniz özellik?
Kibarlık, nezaket, romantizm... aynı zamanda gerçeklik...

9. Yapmaktan en mutlu olduğunuz iş?
bütün yaptığım işleri yaparken aslında mutlu oluyorum.. buna iş yapmak ya da yapabiliyor olmak desem doğru olacak galiba..

10. En sevdiğiniz renk?
Beyaz.. Bütün renkleri barındırdığı üstelik yansıttığı için...

11. En sevdiğiniz çiçek?
Nergisler..

12. Tarihte en sevmediğiniz karakter?
????? tarih adı üstünde tarihtir. O dönemde yaşamadığım için, o dönemin sosyal olaylarını, sosyal ve politik durumunu yaşamadığım için önyargı beslemek istemiyorum.. O nedenle kimseyi sevmemezlik yapmak istemiyorum. Ama bugün en sevmediğim karakter sorulsa söyleyebileceğim bir kaç isim var kafamda.. Bugün yaşadığım, ve sosyo kültürel ve politik ortamı bildiğim için...

13. Nasıl ölmek isterdiniz?
Evimde.. Huzur içinde...

14. Hayattaki sloganınız?
"hiçbir problemin hayatındaki sevdiğin bir insanın önüne geçmesine izin verme!!!"

15. Şu anki ruh haliniz?
Mutluyum galiba... :)

pasaport işlemleri

Eveett...
Nereden çıktı bu pasaport muhabbeti diyeceksin belki. Hemen açıklayayım efendim. Biz bir aksilik olmadığı durumda mart ayında Amerika Birleşik Devletleri'ne bilimsel araştırma yapmak için gideceğiz. Ben, eşim ve tabi ki üç yaşındaki oğlumuz. E gidebilmek için öncelikle pasaport almak ve sonra da vize almak gerekiyor. Gidebilmenin ilk ayağı olan pasaport almayı gerçekleştirmek için geçen hafta hem salı hem de cuma günleri emniyeti ziyaret ettik. Bugün seninle paylaşacağım anektod ise ikinci ziyaretimize ait.
Efendim, geçtiğimiz cuma günü gittik emniyete oğlumuzun pasaport işlemleri için.. Daha önce biz eşimle gittik, kendi işlemlerimizi başlattık. Bakalım öğrenelim bir dedik, neler yapılıyor, neler lazım diye... Üstelik çocuğumuzun işlemleriyle ilgili ayrıntılı bilgi alalım dedik. Bize dedikleri şey ya anne baba her ikisi de gelmeliymiş, ya da gelecek kişiye gelmeyecek olan noterden izin verecekmiş... Dedik ne gerek var notere, alırız oğlumuzu geliriz paşa paşa emniyete. Öğleden önce gidelim ki dedik oğlumuzun uyku saatine gelmesin. Malum uykusu gelince huysuzlanıyor diye. Gittik neyse. Numarayı aldık. Numaramız gelince parmak izi verilen bankoya geçtik. Görevli dedi ki çocuğunuz yedi yaşından küçük olduğu için parmak izi vermesine gerek yok. Gelin dedi ve karşı tarafta pasaport işlemleri yapılan bankoya geçtik. Bizimle ilgilenen memur dedi ki oradaki başka bir memura, pasaport işlemi için geldiler, çocuk yedi yaşından küçük olduğu için parmak izi almıyoruz, siz ilgilenin.. Sonra gitti. Kadın queue pagerdan aldığımız numaramızı sordu. "e, sıra sizde değilmiş ki neden geldiniz. sıranızı bekleyin" dedi. biz de bizi getirenin memur olduğunu söyledik. Başladık sıramızı takip etmeye. Baktık ki bizden sonraki numaraları da çağırmaya başladılar. Hakkımızı aramak için sorgulamaya başladık. Herkesin tepkisi aynı "Ama daha sıranız gelmemiş. Bekleyin". Herkese aynı cevabı verdik: "Tamam zaten bekliyoruz ama bizdne sonrakilerin sırası geldi biz hala bekliyoruz. Bakın bize parmak izi alınan yerde işlem yapılmadı. Ondan ekranda numaramız gözükmüyor olabilir." "Yok, takip edin numarayı. sistem hata yapmaz." "Tamam zaten takip ediyoruz ama bakın saatlerdir bekliyoruz. Üstelik üç yaşındaki bir çocukla" dedik durduk. Sonra eşim bizi oraya yönlendiren memura gidip durumu anlattı. Memur geldi. Açıkladı diğer memura. Biz o anda, ilk bankoda parmak izi işlemi yaptırmayınca gerçekten de sistem bizi tanımamış. Yani durum bizim başından beri anlattığımzı gibiymiş. Neyse bu sefer memur verdi bize belgeyi. Bunu hem anne hem baba dolduracak. Anne babanın nüfüs cüzdanlarının hem fotokopisi hem de asılları lazım, vs. Hadi ilk kısmı biliyorduk. Ama ya yanımızda nüfus cüzdanlarımız olmasaydı????? Bize ilk gün sorduğumuzda bu konuda bilgi vermemişlerdi. Sadece anne baba birlikte gelmeli demişlerdi. Neyse hallettik hepsini. Ama ben oğlumla oturdum.. Görevli siz oturun dedi.. E madem oturacaktım ben neden geldim ki? dedim içimden.. Sadece gelip gelmediğimiz kontrol etti yani.. Kısacası sinir bozucu bir gündü.. Ama en güzel yanı artık oğlumuzun da bir pasaportu var... Aslında çocuklar anne ya da babanın pasaportuna da ekletilebiliyormuş. Ama dedik ki o da bir birey.. Bizim çocuğumuz olsa da bizden bağımsız bir insan o.. Oğlumzuun kendi pasaportu olmalı, tıpkı nüfus cüzdanı olduğu gibi... İşte böyle bir gündü...

5 Oca 2010

yeni yıl

Merhaba tekrar,
e üç ay olmuş buraya uğramayalı... üç deyince sanki kısa bir zamanmış gibi geliyor kulağa.. ben onu çoğaltmak için en iyisi mi 90 gün mü desem??? Üstünden hatta koca bir yıl geçmiş mi desem??? Evet yaa artık 2010 yılındayız... Aslında 20.yüzyıl çocuğu olarak, 21.yüzyıl biraz alışması güç geliyor bana... Sanki hala 1990lardaymışız gibi.... Oysa 2000 yılını geçeli tam 10 koca yıl olmuş... 10 yılın muhasebesini yapmak imkansız belki ama en azından son bir yılı değerlendirmem gerek.. Neler yaptım ben geçen bir yılda??? Kendimi çok daha iyi hissettim... Daha mutlu oldum... Daha güzel bir yıldı.
Tezimin pilot çalışmasını yaptım. Asıl çalışmasının önemli bir kısmını tamamladım.
Oğlumla güzel günler geçirdim.. Tabi ki zor anlarım da oldu.
Kendime güvenimi yeniden kazandım gibi...
Ve en önemlisi galiba yavaş yavaş gözlerimdeki pırıltı yerine gelmeye başladı. Evet evet... Daha bir umut dolu olabiliyorum... Umut.... Nedense bunu yazınca hep aklıma Ayşe Kulin'in, bir Marmaris yolculuğunda gidiş dönüş yolunda okuyarak bitirdiğim kitabı geliyor aklıma... Ve eveeet... Bu yıl daha çok kitap okumalıyım.. Kitaplar kendimi mutlu hissetmeme çok yardımcı oluyorlar çünkü.
Ve evet umut... Beni ve ailemi bu yılda güzel günlerin bekleyeceğini umut ediyorum.. Herşeyden çok ama çok umut ediyorum, istiyorum bunu.....
İyi akşamlar...